Dark Mode Light Mode
Pınar Kür hayatını kaybetti
Bilgehan Tuğrul anlatıyor: Ben güzel bir yarış ponysiyim
Şakacı Kundera

Bilgehan Tuğrul anlatıyor: Ben güzel bir yarış ponysiyim

Önce kadın yaratıldı ve kadın çekici, orağı, ruju vs. icat etti. Ardından dışarıda takılmak için bunları taşıyacak bir objeye ihtiyaç duyarak çantayı dünyaya getirdi. Bir gün çantasını taşırken ‘Uff çok yük oluyor!’ dedi ve Tanrı, erkeği yarattı.
Fotoğraf: © Erdem Yılmaz, 2025

Bilgehan ile pazar günü İstiklal Mephisto’da buluştuk. Güneşli, güzel bir hava vardı. Bana kıyasla geç geldi. Bilgehan’ı tanıyanlar bilir, renkli giyinmeyi sever. Yeşil bir bluz, pembe etek ve kendi deyişiyle ‘kırmızı balerin ayakkabıları’ vardı üstünde. Yine de kombinini tamamlayan parçanın denizkızı broşu olduğunu vurguladı.

Ben yeryüzündeki en sıkıcı insan olarak iced americano söyledim. Onun ne içtiğini tam hatırlamıyorum fakat içeceğinin yanına çilekli dondurma istedi.

@erdMYilmaz‘ın röportajı

Şunları sordum,
şunları söyledi:

2023’te Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri’nde, şiir dosyanla dikkate değer görüldün. Aynı yıl o dosyan Midilliler Hakkında İlginç Bilgeler adıyla Epona’dan yayınlandı. Bu sene ise Aşk Şiirlerinin Unutulmaz Yönetmeni dosyanla ödülü kazandın. Yaşar Nabi’de bu kadar ısrarcı olmanın nedeni nedir? Ayrıca bir ödül almak, jüri tarafından onaylanmak senin kendi metinlerine güvenine nasıl etki etti?

Fotoğraf: Epona Yayınları

Tekrar katılmamdaki başlıca sebep genç olmam. Varlık köklü bir yayınevi, ödülün jürisindekiler, ödülün önceki kazananları önemli isimler, ayrıca Varlık’ın farklı bir okur kitlesi var. İlk şiirlerim Epona’da kitaplaşmıştı, oranın okurları beni tanımıştı, şimdi sırada Varlık’ın okurları var. Başka bir zaman başka büyük bir yayınevinin okurlarına hitap etmek de isterim. Ben dergilerde de böyle yapıyorum. Birçok farklı anlayıştaki dergide öykülerim, şiirlerim yayınlandı çünkü hayalim benimle zıt anlayıştaki insanların da yazdıklarımı okuması.

Onaylanma konusuna gelecek olursam, dediğim gibi Varlık’ın jürisinde uzun zamandır yazan, kabul görmüş önemli isimler var. Başka bir kuşağın beni beğenmesi çok mutlu etti. Geçen gün buna benzer bir şey yaşadım. Görüntü yönetmenliği okuyan arkadaşım, filmimizi mezuniyet projesi olarak sundu. Hocası benim hakkımda “Bu kız çok matrak, kesin oyuncu olsun,” demiş ve bu kişi ellili yaşlarda. O yaştaki birini güldürebilmek çok hoşuma gitti. Ayrıca arkadaşım onu daha önce hiç gülerken görmemiş.

Varlık’ı daha önce kazanan önemli isimlerden bahsettin. İsim vermek ister misin?

Eris İnal’ı çok seviyorum. 2023’te şiir dosyam dikkate değer görüldüğünde o öykü ödülünü kazanmıştı ama tanışmamıştık. Bir sene kadar sonra, Cin’i kurduğumda yayın kurulunda yer vermek istediğim bir isimdi. Bu güvende Varlık’ı kazanmasının etkisi var tabii. Bir de Eris ismi çok güzel. Elif Akyol’u söyleyebilirim, onunla da tanışmak istiyorum.

Üçüncü soruya geçerken kafedeki bir hanımefendi epilepsi krizi geçirdi. Birkaç dakikada kendine geldi fakat biz epey gerildik ve biraz ara vermek istedik. Röportajın sonunda yapmayı planladığımız fotoğraf çekimi için Santa Maria Draperis Kilise’sine yürüdük. Bilgehan, orada erkeklerin yaradılışını anlatmak istedi:

Önce kadın yaratıldı ve kadın çekici, orağı, ruju vs. icat etti. Ardından dışarıda takılmak için bunları taşıyacak bir objeye ihtiyaç duyarak çantayı dünyaya getirdi. Bir gün çantasını taşırken ‘Uff çok yük oluyor!’ dedi ve Tanrı, erkeği yarattı.

Bilgehan bazen böyle şeyler anlatıyor. Kiliseden sonra Robinson Crouse 389 kitapçısının bulunduğu binadaki sergiyi gezdik.

Mephisto’ya döndüğümüzde ortam sakinleşmişti. Söyleşiye devam ettik.

Fotoğraf: © Erdem Yılmaz, 2025

Varlık’ta yayınlanan söyleşinde şöyle demişsin: “İlk şiirlerim; babama ithaflı, kısa saçlı tayların uçuştuğu pembe panjurlu bir evrendi. Şimdikilerse kimseye doğrudan ithaf etmediğim, oldukça erotik ve kanlı şiirler.” Şiirindeki bu kırılmaya ne sebep oldu?

Aşık olduğumu sandım, bence önemli bir şey değil. Sanmak olduğu, yani sanmaktan ibaret olduğu için. Sonrasında da aşka bakışımı irdelemeye başladım, kendi aşka yaklaşımımı beğenmedim. Ama şiirdeki hâlini beğendim açıkçası.

Onun dışında konu uzayabilir biraz ama anlatayım. Türk sineması diye bir dersim vardı. Çok severdim, her şeyin yerlisini severim zaten (güldü burada, tuhaf hissetmesin diye ben de güldüm). 1975-1980’li yıllarda seks furyası diye bir dönem var ve o dönemdeki filmlerin isimleri çok hoşuma gitti. Mesela; Ah Deme Oh De!, Kartal Pendik Gittik Geldik, Hasan Almaz Basan Alır. Bunlar porno filmden hallice şeyler. Bir gün arkadaşlarımla konuşurken daha önce porno izlemediğimden bahsettim ve herkes yalan söylediğimi düşündü. O an daha önce izlemediğim için utandım. Daha doğrusu kendimi eksik hissettim ve o akşam Hasan Almaz Basan Alır’ı izleyeyim dedim. Fakat bunu porno izlemenin asıl amacıyla değil de derslerde gördüğümüz filmleri merak ettiğim için yapmıştım. Tahmin ettiğimden daha kötüydü, ben eğleneceğimi düşünüyordum. Ben kötü şeyler tüketebilirim. Okuyamam ama konu izlemek olunca kötü bir diziyi izleyebilirim. Çünkü şey oluyor, kötü bir dram filmi iyi bir komedi olabilir. Neyse. Beni ne tatmin etti ne eğlendirdi, sonra modern versiyonlarına da baktım ama ilgimi çekmedi sahiden. Hani, bu muymuş, oldum izlerken. Bu da erotik şeyler yazıyorum ya, ona yansıdı. Tam bundan etkilenmedim ama kafamda kurabiliyorum.

Fotoğraf: © Erdem Yılmaz, 2025

İlk şiirlerinde bu yapıyı kuramıyor muydun?

İlk şiirlerimde öyle bir amacım yoktu. Onlar çocukluk dönemimin şiirleriydi ve farkında olmadan yazıyordum. Şiir bilincim yoktu.

Merak ettiğim bu aslında, bu bilinci getiren ne oldu? Sadece porno filmler değildir herhalde.

Yazdıklarım hakkında yazılanları okuyunca biraz fark ettim. Banliyö’de, Post Öykü’de Bilgehan şöyle yazıyor vesaire dendiğinde “Aaa, evet böyle yazıyorum ben,” demiştim. Biraz daha farkına varmıştım ne yaptığımın. Kısaca eleştirilerle fark ettim.

Ne gibi eleştiriler geldi?

Mesela çok baba konulu şeyler yazdığımdan bahsediliyor ama ben farkında değildim. Şu an bir öykü yazıyorum, içinde baba var ama çoğu öyküde yok mu zaten? Bende her şeyde var. Asılacak Kadın’ı okudun mu?

Evet.

Orada şey var, hatırlarsın belki. Annesinin çamaşırhanedeki hâlinden bahsederken, benim annemi kimse sikmez (çok kısık söyledi bunu) diyor. Onu bir erkeğin değil de kadının yazmış olması, cesaret demek istemiyorum ama bu konular genelde erkekler konuşabilirmiş gibi davranılıyor ya… O bana çok iyi geldi, imrendim. Ben kendimi hiç sansürlemem çünkü. Derginin jürisine, yayın anlayışına göre düşünmem hiç. Bu beni daha açık seçik, kafamdan geçtiğim gibi yazabilirim düşüncesine itti. 

Bir de bazı şeyleri, nasıl desem, tersleştirmeye çalıştım. Zaten ataerkil bir düzendeyiz ya, sanırım uzun bir dönem de böyle geçecek gibi, ben kendi şiirimde bunu tersine çevirmeye çalıştım. Sana bahsetmiştim, bazı insanlar bunu doğru bulmuyor ama ben böyle yaşamak istiyorum, hani orospu çocuğu değil de jigolo çocuğu demek gibi. Hatta bazı arkadaşlarımı buna alıştırdım.

Çok üretken bir yazarsın, senin hazırda bekleyen dosyalarından da haberdarım. İlk şiir kitabın yayınlandıktan sonra motivasyonunda farklılık oldu mu, çok kısa süre sonra ikinci dosyanı tamamlayıp ödülü kazandın, dağınık oldu biraz ama bu süreci kestirebiliyor muydun?

Ben daha büyük bir şey düşünmüştüm. İki kitabım aynı yıl çıktı ya, tamam seneye dört kitap çıkar demiştim. Kendimi katlamam lazım diye. Ama öyle olmuyormuş, yayınevlerine gönderiyorsun nereden baksan bir-iki yıl bekliyorsun çünkü. Bir de ben baskıyı kendim kurarım, hani çevredekilerin şöyle yap böyle yap demesini çok dinlemem. Yani kısaca, geçen sene de bir dosyamın kitaplaşmasını beklerdim. Geçen sene için: Boşa geçmiş bir ömür. (Buna çok fazla güldü, eşlik edemedim, herkes bize baktı).

Fotoğraf: © Erdem Yılmaz, 2025

Geçen sene yayınlanmasını beklediğin dosya öykü müydü şiir mi?

Şiir ama Varlık’a gönderdiğim değil.

Ondaki şiirler hangi kitabına yakın, yoksa ikisinden de farklı mı?

Midillileri sevenlerin hoşuna gideceğini düşündüğüm şiirler var orada yine.

Şimdi şiirinin değiştiğini söylüyorsun. Ben senin öykü dosyanı da okumuştum hatta o dönem Epona’da çalışıyordum ve yayına hazırlayanlardan da birisiydim. Fakat yeni öykülerini bilmiyorum. Şiirinde olduğu gibi öykü anlayışında da bir değişim yaşandı mı?

Öyküde şiirsel bir dil kullanıyorum. Bundan biraz uzaklaşmak istiyorum, yani öykü daha öykü olsun istiyorum. Ama yeni dosyam için konuşmam gerekirse, şiirimle paralel ilerledi. Bana “Yine seks hikayesi mi yazıyorsun Feridun abi?” diyebilirsiniz.

‘Daha öykü’ ifadesine takıldım, bu tanıma uygun yazdığını düşündüğün öykücüler kimler?

Sanırım seslendirdiğim için de kendime yakın görüyorum, Feyyaz Kayacan diyeceğim. Sevim Burak’ı da ekleyeyim.

Bunu biraz da şundan sordum, geçen gün bir arkadaşım İsmet Özel ile görüştü. İsmet Özel arkadaşıma şöyle demiş: “Biz kendimizden önceki herkesi aşmak istedik fakat bizden sonraki nesil, bize karşı bu hevesi beslemedi. Sadece saygı duydular.” Senin aşmak istediğin ya da aşabileceğini düşünmediğin isimler kimler?

Önce İsmet Özel’in lafına karşılık vermek istiyorum. İsmet Özel şiiri ve şairi aştığını düşünüyor kafasında. O yüzden dönüp de ileriye ya da geriye baktığını düşünmüyorum çünkü o yapıda bir insana benzemiyor. Benim, yirmi yaşındaki bir kadının islamcı Ponylerini, simli aminlerini okumaz. Uğraşmaz. O yüzden İsmet Özel’in aşılamadığı yorumuna katılmıyorum.

O zaman sen yetmiş yaşına geldiğinde ateist Ponyleri, çapaklı aminleri okuyacaksın.

Tabii ki, daha iyileri olacaktır elbette.

Fotoğraf: © Erdem Yılmaz, 2025

İsmet Özel’i de aştığını düşünüyorsun? (Burada polemik çıksın istedim).

Bu konuda şey demek istiyorum. Hayriye Ünal mesela, sevdiğim bir insan. Gençlerle iç içe, dergisinde de yer veriyor. Bir şeylerin aşılıp aşılamayacağı konusunda benden daha doğru yorumda bulunacaktır o. Çünkü bir şeyleri aştığını düşündüğüm mütevazı bir insan. Benim fikirlerime de katılacağını düşünüyorum. Ben onu biraz da idol olarak görüyorum. Ayrıca başka göz olmadan kendime yapacağım yorumlarda ne kadar gerçek olabilirim emin değilim. İnsan kendini tek başına tartmamalı.

Hayriye Ünal’ı aşmak yerine onun gibi mi olmak istiyorsun yani?

Oha sen cidden polemik istiyorsun. Buraya şey yazsana, güler… (Güldü sahiden).

Ama şaka bir yana benim aşamayacağımı düşündüğüm kimse yok çünkü hayattayım. Hani yaşadığım için her zaman bu imkana sahibim. Aşmak istediğim kişi de Shakespeare. Kendisiyle biraz davalıyım. Ayrıca, ölsem bile hortlamaya müsait bir yapım var benim. Ölsem de Allah bana izin verir ve ganyanlığa devam ederim. Ben güzel bir yarış ponysiyim. Bunu başlığa koyalım mı?

Tamam, biraz ortamı sakinleştirmek amacıyla daha kısa cevaplar alabileceğim sorulara geçmek istiyorum. Ben her şeyin yerlisini severim demiştin. Beğendiğin yerli yazarlar, filmler, şarkılar nelerdir?

Tamam müzikle başlayayım. Redd grubunu çok seviyorum. Hatta bizim Reddedilen işler Red diye geçiyor ya o da hoşuma gidiyor. Ya şey, Spotfiy’ımı açabilir miyim? (Spotify açtı).

Fotoğraf: © Erdem Yılmaz, 2025

Aa şey var, bu ismi uzun bir süre kimseye söylemedim. Bana kalsın istedim ama taslakno1’e özel açıklıyorum: Güney Marlen. Bir dönem Spotify’da en çok dinlediğim şarkıcı olan Toygar Işıklı’yı da söyleyeyim. (Yine güldü, çok gülüyor). Dizi müziklerini dinlemeyi çok seviyorum.

Hangi filmleri önerirsin peki?

LetterBoxd’ımı açabilir miyim? (LetterBoxd’ı açtı). Tabutta Rövaşata, beni bilen bunu da bilir zaten. Yoksa beni bilmiyor musun?

Tahmin ediyordum aslında. Şeyi izledin mi, Bartu Küçükçağlayan oynuyordu, Settar Tanrıöğen de vardı ya… Çoğunluk? Ben çok seviyorum onu, sağlam film.

Aa izledim, güzeldi o da. (Çoğunluk’u yeterince övmedi burada, bozuldum ama belli etmedim). Av Mevsimi iyi baya. Kadının Adı Yok, güzel.

Geçen beğendiğin yerli şairleri belirtmişsin aslında, onları tekrar ettirmek gibi olacak ama yanına yerli öykücü romancıları da ekleyerek bize bir öneri listesi verebilir misin?

Ahmet Güntan, Adem Fatih Kılıç yani metro şairi, Gönül Demircioğlu, Ahmet Oktay, Allah’ın emri, periler ölürken özür dileyen Küçük İskender. Yazara gelince donakalıyorum ya son zamanlarda hep şiirle yoğun olduğum için. Aa şey Erdem Yılmaz!

Olley!

Bu arada son romanın gerçekten iyi, gerçi başka romanın yok. (Güldü burada, bir şey demedim). Güngör Dilmen’i seviyorum ben. Ya ben böyle sorularda sahiden donakalıyorum ya. (Donakaldı).

Fotoğraf: © Erdem Yılmaz, 2025

Yavaştan sona yaklaştık…

Hayır!..

Şimdi soracağım soruyu hem yaptığın işler hem de yazdıkların için ayrı cevaplandırmanı istiyorum. Birçok iş yapıyorsun; Red, Linç, Cin gibi. Aynı zamanda hem öyküde hem şiirde üretiyorsun. İnsanlar yaptığın işleri neden takip etsin? Bu işler mevcut ortamdaki hangi eksiği doldurmak amacıyla ortaya çıktı ve aynı şekilde insanlar senin yazdıklarını neden okusun? Sen diğerlerinin vadetmediği neyi vadediyorsun? Okur olarak kendi metinlerini neden tercih edersin?

Cin’le başlayayım. Cin aslında benim değil, bir başkasının duyduğu eksiklikle başladı. Bir arkadaşım beni aradı ve farkında mısın bizim kuşağımızda iyi bir dergi yok dedi. O zamanlar Bebek senin derginde çıkıyordu, Red’de Youtube’da, Spotify’da yayınlanıyordu. Bunu en iyi sen yaparsın, dedi. Ben o akşam dergiyi kurdum. Biraz çabuk hareket eden biriyim.

Anladım ama tam sorumun cevabını alamadım.

Yok oraya da geleceğim ama dergicilikle ilgili biraz daha konuşmak istiyorum. Hem kayıt uzasın, senin de işini biraz zorlaştırayım. Ben çocukluğumdan beri dergiciliği düşünüyordum ama moda dergisi çıkarmak ve insanları kendi beğenilerim üzerine tektipleştirmek gibi diktatörce arzularım vardı. Hem de daha ilkokula giderken. Sonra o hayal tamamen olmasa da modadan uzaklaştı.

Ben biraz daha oyun mantığıyla ya da sınav sistemiyle düşünüyorum. Hoşlanıyorum ikisinden de. Sınavdan hoşlanmak biraz toksik geldi gerçi ama neyse. Mesela boşluk doldurma bölümü var dergide. Şiirlerin dizelerini dolduruyorlar ve ona göre puanlama yapıyorum ben. Birisi bana yazıp şey diyor, Bilgehan o sınavda 40 aldım, oha diyorum. Bravo Bilgehan, demek ki doğru bir şey yaptın. Bunu yapan yok diye biliyorum açıkçası. Arka Sıradakiler çok enteresan bir şey değil ama yine de dergiyi farklılaştırıyor bence. Bir de biz dergide sadece edebiyatla ilgilenmiyoruz.

Recep İvedik testi yapıyorsun mesela.

Evet! Öyle şeyler mesela. Shrek testi de istiyorum. Daha popüler olsun. Sonra Fotoğraf olayı var ya, o daha kapsamlı olacaktı fakat konuştuğum birkaç kişi sözünden dönünce istediğim şekilde başlamadı. Nasıl desem, hani sergiye gidiyorsun ya. Öyle bir ortam olacaktı. Dijital bir sergi gibi. İmkansızlıklardan ve güven problemlerimden dolayı (yine gülerek) yaratamadım. Allah izin verirse yaratacağım ama (daha çok gülerek, biraz komikti bu seferki). Dediğim gibi farklı şeyler yapmak istiyorum. İlla edebiyat değil. Bilimle vesaire ilgili de olur. Bir de insanların ilk metinlerini burada yayınlaması da kıymetli benim için. Şimdi görüşmediğim bir arkadaşım var mesela..

Nihat?!

(yine güldü) Evet, sorun değil, ekle burayı. İkimiz de görüşmediğimizi biliyoruz sonuçta. (ortamı geremiyordum bir türlü, üzüldüm iyice) Onun öykülerini yayınladım. Onun dünyasını seviyordum, insanların da sevmesini istedim. Hâlâ eski sayıları okuyup onu keşfedecek kişiler var. Sen onun öyküleri hakkında neler düşünüyorsun bu arada?

Okumadım ki.

Bu arada Cin hakkında biraz daha devam edeyim mi? (Cevap vermedim ama cevabımı beklemedi). Linç var ya, insanlar ya eleştiri kaldıramıyor ya da eleştiri yapacak cesareti yok. Ben bunu yapay zekayla yapıyorum ve bunu yaparken komut olarak sen bu insanları mizahi bir şekilde linçle diyorum. Adem’e metro şairi diyor, o benim de aklıma öyle kazındı artık.

Anladım, peki sorunun ikinci ayağı hakkında ne diyeceğini merak ediyorum. Senin yazdıklarını neden okuyalım?

Bir kere dilime güveniyorum. Bilgehan dili var. Bu konuda bir şeyler geliyor aklıma ama çok dağınık geliyor.. Şaşırtabildiğimi düşünüyorum insanları. Yani şaşırtabildiğime… eminim demeyeyim. Bu beni bile irite etti şimdi. (tahmin ettiniz, gülerek).

Fotoğraf: © Erdem Yılmaz, 2025

Ya bir de şey diyeceğim ben, bir kırgınlığımı paylaşayım. Beni hiç tanımayan, edebiyatla tanıyan kişiler bana sahiden samimiyetle yaklaştılar ama gerçek arkadaşlarım, bazı yazdıklarım yayınlanmaya başladıktan sonra yöneldiler.

Ama bir taraf edebiyatla ilgileniyor bir taraf ilgilenmiyor. Ayrıca arkadaşlarının seninle arkadaş olma sebebi edebiyat değil ki. Bağlam farklı.

Öyle ama yine de okumalarını isterdim.

Ya tabii ki. O konuda isteklerimiz aynı. Ben de çevremdekiler, yani arkadaşlarım beni okusun isterim, hatta birisi bir şey yazacak olsa hemen okurum da ama özeleştiri yapayım, bazı arkadaşlarım podcast yapıyor mesela, ben de onları dinlemiyorum. Biraz daha ilgi alanı meselesi galiba.

Ama şey var benim arkadaşlarımda, okumasalar bile övüyorlar beni. Bakın bizim arkadaşımız var, yazar diye… Bu, liseden beri de böyle herhalde.

Bilgehan Cin’i yeterince konuştuk ama bu sorum da onunla ilgili. Cin açık bir dergi.

Evet, henüz tesettüre girmedi. (kahkaha attı). Bu kahkahayı parantezde ekle olur mu? (işime çok karışıyor).

Yani Cin’de öykü yayınlamak için bir mahallede bulunman, kendini kısıtlaman ya da metin içinde sahte solculuk oyunları oynaman gerekmiyor. Açmam gerekirse, geçen gün duydum bunu, bilindik bir dergide ‘domuz’ sözcüğü geçiyor diye yayınlanmayan bir yazı olmuş.

Benzer bir şey yaşadım. Domuzdan değil de başka sözcükten dolayı.

Ben aynı ortamda göremeyeceğim insanları Cin’in içindekiler bölümünde görünce mutlu oluyorum açıkçası, her şeyden önce doldurduğunuz en büyük boşluğun da bu olduğunu düşünüyorum. İyi olduğunu düşündüğünüz şeyi yayınlıyorsunuz.

Senin Cin’de yer vermekten en çok mutluluk duyduğun ya da keşke yer alsa dediğin isimler kimler?

Yaa zor soru bu. Unuttuğum cinlerim beni çarpmazlar umarım. Şura Aykan, Fatih Bozdemir, bu arada bu açık davet olsun, yeni eserler göndersinler. Kenan Osmanoğlu, Fatma Umay, Oğulcan Kütük… Böyle yani. Almasını istediğim isim tabii ki Ahmet Güntan! Sinemacıları da çok isterim. Biz sinemacılarla röportaj da yapıyoruz Cin’de. Sevgili Yavuz Turgul’la yapmayı çok isterim.

Son soru: Şimdi dediklerinden yola çıkarak sinema ve edebiyat yan yana ilerliyor sende. Hatta az önce sinema şu an diri olduğu için metinlerine yedirdiğini söyledin. Bu böyle devam edecek mi yoksa… (sözümü kesti)

Böyle devam edemez mi dedirtmeye çalışıyorsun (güldü, ama hoşuma gitti bozuntuya vermedim).

Tam istediğim gibi soramadım. Şimdi sen bunları bugün birlikte kotarabiliyorsun. Bunu gelecekte de sürdürmek istiyor musun yoksa bunlar ayrılacak mı? Bir de gıcıklık olsun, annen mi baban mı sorusu sorayım. Sinema mı edebiyat mı?

Ya çok zor soru. Tiyatro desen kesin cevabım vardı.

Ama sinema dedim. Kaçamak cevap yok. Hadi işini kolaylaştırayım, Altın Palmiye mi Pulitzer mi?

Altın Palmiye. Neden biliyor musun, ben bir konuda bir şey başarmışsam başaramadığım konu daha önemli oluyor.

Pulitzer dururken Yaşar Nabi almak sana yetti yani. (bu sefer ben güldüm)

Hayır! Daha alınacak çok ödül var. Edebiyatta tabii ki daha almak istediğim, beğendiğim ödüller var. Ama bende hep başaramadığım şey kutsaldı. Şiir de öyleydi mesela. Öyküyle başladım ben ve şiir yazamıyordum. Şairler çok önemli, çok büyük kişiler gibi geliyorlardı.

Değiller mi yani?

(duraksadı) Değiller. Soruna gelecek olursam beraber devam edip etmemelerini planlamadım açıkçası ama biraz daha böyle devam etsin isterim. Ayrıca bu başarınca önemsiz gelme, daha doğrusu eskisi kadar önemli gelmeme olayı sende de oluyor mu merak ettim.

Bu senin röportajın Bilgehan! taslakno1 olarak teşekkür ederiz.

RiCannes. Böyle yazar mısın? Cannes’a göz kırpıyorum da. Furkan Katuç var bak, biz onunla artık teşekkürler demiyoruz tesettürler diyoruz. Bir de şey var, pekâlâ yerine… (OFF! Bilgehan Tuğrul çok konuşuyor…)

Fotoğraf: © Erdem Yılmaz, 2025
Add a comment Add a comment

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Previous Post

Pınar Kür hayatını kaybetti

Next Post

Şakacı Kundera