Dünya edebiyatının en büyük yazarlarından Jorge Luis Borges irsi bir görme bozukluğundan muzdaripdi. Zamanla yitirdiği görme yetisi hakkında, esprili kişiliğini koruyarak şöyle söylüyor:
Bana aynı anda hem 800 bin kitabı hem de karanlığı veren Tanrı’nın muhteşem ironisi.
Kör olduktan sonra ölümüne kadarki otuz yıl boyunca Borges, kendisine kitap okuması için birçok arkadaş edindi.
Başta bu görevi annesi Leonor Rita Acevedo Suárez üstlense de, hanımefendi ilerleyen yaşı nedeniyle uzun süreli okumalar yapamıyordu.
Borges böylece kitapçılarda, kütüphanelerde tanıştığı her genci evine davet etti. Bunlardan birisi de, günümüzde dünyanın en büyük kütüphanecilerinden birisi kabul edilen Alberto Manguel’di.
Manguel, Borges’le yaşadıkları hakkında birçok yazı kaleme aldı. Borges’in tekrar tekrar okudukları, evine davet ettikleri, ailesiyle ilişkisi hakkında anımsayabildiği her şeyi yazdı.
Nitekim 1950’lerin ortalarında, yani Borges’in körlüğünün henüz ilk dönemlerinde öyle bir olay var ki, ilginç.
O dönem henüz genç bir edebiyatçı olan Mario Vargas Llosa, Borges’in evini ziyaret ettiği sırada, kendini tutamayıp evin alçakgönüllü dekorasyonundan söz açmış; Büyük Usta’nın niçin daha büyük, daha lüks bir yerde yaşamadığını sormuş.
Jorge Luis Borges de bu sözlere alınmış: “Belki Lima’da öyle yapıyorlardır, ama burada, Buenos Aires’te, biz gösterişten hoşlanmayız.”
Manguel, olayı Borges’in Evinde‘de anlatırken Llosa’dan ‘Patavatsız Perulu’ diye bahsedecekti. Şüphesiz, bu kadar ağır bir ifadeyi kullanırken Borges’in Llosa’ya karşı tutumundan da güç almıştı.
Günümüzde Llosa ve Manguel’in arasının çok iyi olmadığı bilinse de, bunun temel sebebinin Llosa’nın siyasi tutumu olduğu düşünülüyor. Belki de durum oldukça eskiye dayanıyordur. 1950’lerin ortalarına.