Dark Mode Light Mode

Fernando Pessoa ve 70 kişiliği

Bir tür tarif edemeyeceğim vecd halinde, arka arkaya otuz kadar şiir yazdım. Ve ardından içimde birinin belirdiğini hissettim, ona anında Alberto Caeiro adını verdim.
Fotoğraflar: Wikimedia Commons

Huzursuzluğun Kitabı‘nın yazarı Pessoa 13 Haziran 1888’de Portekiz’in başkenti Lizbon’da doğdu. Babası o beş yaşındayken, küçük kardeşiyse babasından yedi ay sonra öldü. 

1896’nın başlarında annesi Portekiz’in Güney Afrika konsolosuyla ikinci evliliğini yaptı. Pessoa da 8 yaşından 17’sine kadar orada yaşadı.

Pessoa bunun hayatındaki önemini, 8 Şubat 1918 tarihli, yani 20 yaşındayken yazdığı mektubunda şöyle açıklıyor:

Geçmişimin haritalandırılmasına olanak tanıyacak ölçüde hem kesin hem de anlamlı tek bir olay vardır: Babamın 13 Temmuz 1893’teki ölümü.

Annemin 30 Aralık 1895’teki ikinci evliliği de tarihini tam olarak verebildiğim bir başka olaydır. Bu benim için, kendi başına değil ama doğurduğu sonuçların biri bakımından önemlidir: Üvey babamın Durban kentinde Portekiz Konsolosu olması sayesinde orada eğitim gördüm. Bu İngilizce eğitim, hayatımda son derece belirleyici bir rol oynadı ve kaderim ne olursa olsun onu kuşkusuz şekillendirdi.

10 yaşındaki Fernando Pessoa Durban’da.

Çocukluk yıllarını anlamak için, bir okul arkadaşının Pessoa hakkında söyledikleri önemli:

15 ya da 16 olduğunu hatırlıyorum; solgundu, zayıftı ve fiziksel olarak pek gelişmemiş görünüyordu. Göğsü dar ve basıktı, kambur dururdu. Yürüyüşü tuhaftı ve gözlerindeki bir bozukluk, bakışlarına da garip bir hava veriyordu; gözkapakları neredeyse gözlerinin üstüne düşüyordu.

Parlak bir çocuk olarak gösterildi, çünkü küçük yaşlarında İngilizce konuşmamış olmasına rağmen bu dili öyle hızlı ve öyle iyi öğrenmişti ki, İngilizcede mükemmel bir üslup geliştirmişti. Aynı sınıftaki yaşıtlarından daha küçük olmasına rağmen derslerde onlara yetişmekte, hatta çoğu zaman onları geçmekte hiç zorlanmazdı. Yaşına göre derin düşünceliydi, bir mektubunda bana, ‘ruhsal ve maddi engellerin özellikle aleyhine olan türlerinden’ yakındığını hatırlıyorum.

Hiçbir sportif etkinliğe katılmazdı ve herhalde boş zamanlarında okurdu. Çok fazla çalıştığını ve bu kadar çalışarak sağlığını mahvedeceğini düşünürdük.

Pessoa yaşıtlarından ayrılıyordu ancak onu yalnızca yaşıtlarından değil, tüm edebiyatçılardan ayıran şeyse edebiyatının merkezindeki kavramdı: ‘Heteronim’

Heteronim, yazarın kendi kimliğinden tamamen farklı, bağımsız bir biyografi, dünya görüşü, yazı stili ve hatta kimi zaman birbirine karşıt felsefi sistemlerle donattığı kurmaca edebi kişilikler diye tanımlanabilir.

Bunun müsteardan farkı kısaca, müstear sadece bir isim değişikliğiyken heteronim, tamamen bağımsız bir zihin, dil, yaşam öyküsü ve dünya görüşüne sahip bir karakterdir. Pessoa için de heteronim, başka bir yazara dönüşmek değil, o yazarın yerine geçmektir.

Zaten kendisi de heteronimlerini kendisiyle aynı fikirde olmayan, onunla aynı tarzda yazmayan kişilikler olarak yorumluyor.

Pessoa’nın ilk heteronim denemeleri çocukluk yıllarına, kendi hayali arkadaşlarıyla kurduğu oyunlara kadar uzanıyor. Belki de yaşıtlarından ayrı kaldığında sıkılmayışı, yalnızlığın ona ürkütücü gelmeyişi, hiç de yalnız olmayışından kaynaklanıyordu.

Edebi anlamda ilk ciddi heteronimlerini 1914’te oluşturdu. Şöyle anlatıyor:

Bir gün, her şeyden tamamen vazgeçmişken yüksekçe bir şifonyere doğru yürüdüm, bir kağıt aldım ve her mümkün olduğunda yaptığım gibi ayakta yazmaya başladım. Bir tür tarif edemeyeceğim vecd halinde, arka arkaya otuz kadar şiir yazdım. Ve ardından içimde birinin belirdiğini hissettim, ona anında Alberto Caeiro adını verdim.

Pessoa, tek bir kimliğin dünyayı anlamaya yetmeyeceğini düşünüyordu. Ona göre insan doğası katmanlıydı, bu yüzden farklı karakterlerin ağzından yazmak, gerçekliğe daha uygun bir yaklaşım olacaktı.

Yetmişten fazla heteronim kullandı, fakat bunlar arasında üçü fazlaca öne çıktı. Biyografileriyle birlikte Pessoa’nın favori üç heteronimi:

Alberto Caeiro – Doğa’nın Şairi (1889-1915)

Lizbon yakınlarında bir köyde doğdu. Mesleği: Yok. Eğitim: Yok. Doğayla iç içe, sezerek bilen bir köylü. Hayata tamamen duyularla yaklaşıyor. Düşünmekten çok görmeyi, kavramaktan çok algılamayı önemsiyor. Felsefeyi reddediyor çünkü düşünmenin doğayla araya mesafe koyduğunu savunuyor. 1915’te genç yaşta tüberkülozdan ölmüş…

Pessoa şöyle anlatıyor:

O, şeyleri yalnızca gözleriyle görür; zihniyle değil. Bir çiçeğe baktığında hiçbir düşüncenin doğmasına izin vermez. Bir taşın ona söylediği yegane şey, söyleyecek hiçbir şeyi olmadığıdır… Taşa bu şekilde bakmak ‘şiirsellikten yoksun’ bir bakış diye tanımlanabilir. Caeiro’nun olağanüstü tarafıysa tam da bu hissizlikten, ya da daha doğrusu, hissin yokluğundan bir şiir yaratabilmesidir.

Ricardo Reis – Klasikçi Doktor (1887 – ?)

Portekizli bir hekim. Latin ve Yunan edebiyatına hayran. Stoacı ve Epikürcü öğretileri benimsedi: Ölümü sakince kabulleniş ve hazdan kaçma ama ölçülü kal. Monarşi yanlısı bir muhafazakârdı. Caeiro’nun öğrencisiydi. 1910’da Portekiz’de Cumhuriyet ilan edilince Brezilya’ya sürüldü, orada izi kayboldu.

Reis’ten bir dize:

Sakin ol, her şey geçer.
(Calma, tudo passa.)

Álvaro de Campos – Fütürist Mühendis (1890-?)

İskoçya’da gemi makineleri mühendisliği okudu. Bir gezgin ve modernlik hayranı. Duygusal iniş çıkışları, nihilizmi ve varoluşsal sancıları yoğun. İlk dönem şiirleri fütürist ve enerjik, sonrasındaysa melankolik, yorgun ve varoluşsal kaygılarla dolu. Modern dünyanın kaosu, gemiler, trenler, fabrikalar, bacalar…

“Hiçbir şey istememekten başka her şeyi isterdim!”

Pessoa dışında birçok yazar heteronimler yarattı. Romain Gary, Émile Ajar adıyla romanlar yazdı, dahası bu kimliğiyle aynı kişiye bir kereden fazla verilmeyen Goncourt Ödülü’nü Onca Yoksulluk Varken ile ikinci kez kazandı. Stephen King, ‘Richard Bachman’ adının kendi iç dünyasındaki farklı bir yazar sesi olduğunu savundu. Roberto Bolaño, eserlerinde defalarca sahte yazarlar ve şairler yarattı. Heteronim kavramına yakın oyunlar kurdu.

Fotoğraf: Wikipedia

Ancak Pessoa, bunu bir iş gibi, tutarlılıkla, biyografik derinliklerle, felsefi çeşitliliklerle yaptı. Heteronimler yalnızca bir edebi oyun da değildi. Bir varoluş araştırmasıydı. Onun için yazmak, kimlikleri çoğaltmak demekti. Bu yöntemle, 20’nci yüzyıl bireyinin parçalanmış kimliğini ve modern insanın çelişkilerini edebiyata taşımayı başardı.

Add a comment Add a comment

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Previous Post

Gurbette büyük bir yazara dönüşmek: James Joyce

Next Post

Cemal Süreya'dan Turgut Özal'a intihar daveti