1925 Tokyo doğumlu Japon yazar Yukio Mishima’nın acayip bir hayatı vardı. Kadınlarla ilişkisi, Nobel beklentisi, bağlı olduğu gelenekler, eserleri, hepsi hakkında sabahtan akşama konuşulabilir.
Fakat Mishima’nın ölümü, konuşacaklarımızın belki en ilginci. Javier Marias, Yazınsal Yaşamlar‘da durumdan şöyle bahseder:
Yukio Mishima’nın ölümü öylesine hayret vericidir ki, yaşamı boyunca yapıp durduğu tüm saçmalıkları neredeyse unutturur.
Hayatı boyunca dış görünüşüne gereğinden fazla önem verdi Mishima. Aynı karede bulunduğu bir erkeğin kendisinden daha uzun, daha kaslı, daha güçlü olmasını hiçbir zaman kabullenemedi. Öyle ki fotoğraflarında verdiği pozlar, kamera karşısında her daim kendini şişirmesi buna kanıt niteliğinde.
Öte yandan ölümün de Mishima’nın hayatında önemli bir yer kapladığını söylemek şaşırtıcı olmaz. Hele, insanların bağırsaklarını deştikten sonra dostları tarafından kafalarının kesilmesinin, saygıdeğer bir gelenek olarak görüldüğü Japonya’da büyüdüğü düşünülünce.
Fakat ondaki bu ölüm arzusunun, seçiçi olmadığı da söylenemez. Zehirlenmekten hayatı boyunca korktu örneğin, çünkü böyle bir ölümü katiyen saygıdeğer olarak nitelendiremezdi.
Tüm bunların dışında şiddete meyilliydi. Hatta bu isteğini bastırabilmek için üçüncü sınıf Yakuza filmlerinde rol aldı, samuray kılıçları edindi, durmadan ağırlık kaldırdı.
Son yıllarında, Japon ordusunun saygı duyduğu ve yüreklendirdiği, yüz kişilik küçük bir ordu olan sağcı paramiliter Tatenokai’yi kurdu. Bu yüz adamın çoğu, imparatora ve geleneklere bağlı öğrencilerdi.
Önceleri keşif gezileri yapmak, taktiksel manevralar geliştirmek yahut kollarını vesaire kesip birbirlerinin kanını içerek kan kardeşi olmakla yetindiler. İlk ve tek gerçek eylemleri, 25 Kasım 1970’te, Tokyo’daki İçigaya Askeri Üssü’nde gerçekleşti.
Mishima ve dört müridi, hardal rengi üniformalarıyla, Mishima’nın sahibi olduğu antika bir samuray kılıcını göstermek için General Maşita’nın odasına geldiler. Odaya girer girmez kılıçlarını çekip General’i bağlayarak esir aldılar. Mishima’nın yapacağı bildiriyi dinlemeleri için, tüm taburun toplanmasını talep ediyorlardı. Japon ordusunda sivillere karşı silah kullanmak yasaklandığından, birkaç subay silahsız şekilde onlara müdahale etmeye kalkışsa da başarılı olamadılar, hatta Mishima, neredeyse bir çavuşun elini kesti.
En sonunda Mishima isteğine ulaştı ve askerler konuşmasını dinlemek için toplandı. Ancak tepkiler hiç de Mishima’nın beklediği gibi değildi. Kalabalık, sıklıkla Mishima’nın sözünü kesiyor ve “Gel götümü öp!” ya da “Git de anneni sik” gibi kabalıklarla bildiriyi baltalıyordu.
İşler planlandığı gibi gitmeyince, Mishima hayal kırıklığıyla generalin odasına döndü ve harakiri için hazırlandı. Mishima, kendi bağırsaklarını deştikten sonra ‘kaişakunin’, yani kafasını kesecek kişi olma görevini sağ kolu ve sevgilisi Masakatsu Morita’ya vermişti.
Mishima karnına kılıcı sapladı, ancak Morita, üç deneyişinde de Mishima’nın kafasını kesmeyi beceremedi. İlkinde omzundan, ikincisinde sırtından, üçüncüsünde de ensesinden yaralayarak Mishima’nın acısının katlanmasına sebep oldu.
Odadakilere kıyasla en sakin kişi olan Furu Koga öne çıkıp Morita’dan kılıcı aldı ve Mishima’nın acısına son verdi. Nitekim Morita, sonrasında kendi bağırsaklarını deşmeyi de beceremedi. Derin olmayan bir yara açtı karnında. Furu Koga, aynı soğukkanlılıkla onun da kellesini uçurdu.
Mishima öldüğünde kırk beş yaşındaydı. Tam da kendisinden beklenecek bir teatrallikle o sabah yayıncısına son romanını teslim etti. Saldırıyı televizyondan duyan babası, haberi öğrendiğinde şöyle düşündüğünü söylüyor:
Şimdi gidip başta polis, herkesten özür dilemem gerekecek. Amma can sıkıcı bir durum!
Baba, saldırının ardından harakiri ve kelle kesme meselesini de öğrenince şaşırmadığını itiraf ediyor: “Sahiden çok fazla şaşırmadım, çünkü beynim böyle bir şeyi kabullenmeyi reddetti.”