Roma, Bizans ve Osmanlı… Kurulduğu günden bugüne on altı yüzyıl boyunca devletlere başkentlik yapmış, dünyadaki her milletten insanın ayak bastığı, Yahya Kemal’in “Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rüyada / Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan” dediği İstanbul.
En güzel şehirlerinden biri olarak tarif edilen İstanbul, birçok yabancı yazarın da uğradığı, birçoğunda iz bıraktığı şehirlerden biri olmuş.
Hemingway gibi savaş muhabiri olarak İstanbul’a gelen de Flaubert gibi yalnızca bu şehri gezmek için gelen de İstanbul hakkında yazmadan duramamış. Yedi büyük dünya yazarının İstanbul hakkında yazdıklarını sizin için derledik.
1. Umberto Eco
Orhan Pamuk’un Kar romanını yazarken romanın geçtiği şehir olan Kars’a gidip iki yıl boyunca orada yaşaması gibi Umberto Eco da Baudolino (2000) kitabını yazarken romanın geçtiği İstanbul’a gelmiş, burada şehrin Bizans döneminden kalan yerlerini gezerek şehirdeki bu dokuyu romanında işlemiştir.
İstanbul, dünyada gördüğüm en güzel dört şehirden biri. Roma, Rio de Janerio, New York ve İstanbul. Bu dört şehre derin entelektüel duygular besliyorum

2. Ernest Hemingway
O yıllarda genç bir gazeteci olan Hemingway, 25 Eylül 1922’de Paris’ten Doğu Ekspresi’ne biner ve beş günlük tren yolculuğunun sonunda İstanbul’a gelir. 14 Ekim’e kadar İstanbul Beyoğlu’nda Büyük Londra Oteli’nde kalır. Aynı tarihlerde Mudanya Konferansı yapılırken hem konferansı İstanbul’dan takip eder hem de şehre ilişkin gözlemlerini Kanada’daki gazetesine yazar.
İstanbul’da kaç kişinin yaşadığını kimse doğru dürüst bilmiyor. Şimdiye kadar sayım mayım yapılmamış. Bu kentte 1,5 milyon insanın yaşadığı sanılıyor. Yağmur yağmadığı zaman İstanbul’da o kadar çok toz oluyor ki, Pera’ya paralel tepelerin üzerindeki sokaklardan geçen köpeklerin ayaklarından sanki havaya bir toz bulutu yükseliyor. (…) Türkler günün her saatinde dar yolların kenarlarındaki kahvelerde oturup nargilelerini fokurdatıyorlar, bir yandan da insanların midesini yakıp kavuran rakılarıyla yudum yudum demleniyorlar. Bu içki o kadar sert ki yanında meze olmadan içmek olanaksız gibi bir şey.
3. Gustave Flaubert
Flaubert’in, arkadaşı Maxime du Camp’la çıktığı Doğu yolculuğunun son ayağı İstanbul’du. İki arkadaş, 1850’nin Ekim’inde Galata’daki Justiniano Oteli’nde kaldı. Flaubert, arkadaşı Louis Bouilhet’ye yazdığı mektupta şöyle anlatıyordu İstanbul ve Galata’yı:
Gelelim İstanbul’a. Buraya dün sabah vardım, bugün sana hiçbir şey anlatmayacağım, bir tek şunu bil: Fourier’in burası hakkında daha sonra yeryüzünün başkenti olacaktır düşüncesiyle çarpıldım. Gerçekten de insan soyu gibi devasa bir şey. Hani Paris’e girerken yaşadığın o ezilme duygusu var ya, asıl burada insanın içine dirsek ata ata işliyor; öylesine çok yabancısı olduğum insan var ki burada, Acem’den Hintli’ye tut da Amerikalıdan İngiliz’e kadar bir dolu bambaşka kişilik; hepsiyle birden karşılaştığında insanın kendi kişiliği eziliyor. Sonra, dehşet bir şey bu. Sokaklarda kayboluyorsun ne başı belli ne sonu. Mezarlıklar, şehrin ortasında bitmiş ormanlar gibi. Galata Kulesi’nin tepesinden bütün evleri ve camileri görmek mümkün.

Flaubert bir dostuna yazdığı bir mektupta ise İstanbul’dan ayrılışını şöyle anlatır:
İstanbul’a hoşça kalasın derken geberircesine üzüntülüydüm. Hoşçakalın camiler… Hoşçakalın çarşaflı kadınlar… Hoşçakalın kahvelerdeki iyi yürekli Türkler… Beş hafta geçirdik İstanbul’da. Altı ay kalmak gerekirdi.
4. James Baldwin
Türkiye’de daha çok romanlarıyla tanınan James Baldwin, 1961-1971 arasında İstanbul’da yaşadı. Baldwin, İstanbul’da iken kırmızı ahşap ev olarak da bilinen Osmanlı dönemi aydın ve devlet adamı Ahmed Vefik Paşa’ya ait yalıda kaldı ve Boğaz’ın tutkunu oldu. Aynı zamanda bu evde 1966’da aktör Marlon Brando’yu ağırladı.
Sanırım İstanbul’dan daha korkunç – ve aynı zamanda daha güzel -hiçbir şey görmedim.

Baldwin, İstanbul’da kaldığı dönemde mahalle eşrafıyla yakın olmuş, bütün İstanbullularla samimiyet kurmuş. Onu tanıyan esnaf, konu komşu ona siyahi olduğu için ‘Arap’ lakabını takmışlar, ünlü yazara ‘Arap’ diye seslenmişler. Baldwin, kitap ve oyunlarından oluşan altı eserini Türkiye’de yazdı. James Baldwin’ın İstanbul hakkındaki düşünceleri ağırlıklı olarak Nobody Knows My Name adlı eserinde yer alıyor.
5. Alhonse de Lamartine
Fransız yazar, şair ve politikacı 1848’de gelişen Şubat Devrimi’nde önemli bir aktör olarak da yer alan Alphonse de Lamartine de İstanbul’un ziyaret eden yazarlardan biri. 20 Mayıs – 23 Temmuz 1833 arasında yaklaşık iki ay İstanbul’da kalan Lamartine; İstanbul’daki çeşme başında oturan insanlara, gül kokularına, sokaklarda başıboş gezen kedi ve köpeklere, ağzında nargilelerle oturan İstanbul insanına hayran kalmış. İstanbul’u ‘Dünyanın Başkenti’ olarak gören yazar şu satırları not etmiş:
Boğaz’ın manzarası karşısında gayr-i ihtiyari bir çığlık attım, Napoli Körfezi’ni ve bütün güzelliklerini ebediyen unuttum. Bu muhteşem ve zarif manzarayı herhangi bir şeyle ölçmek yaradılışa hakaret etmektir.

6 – Knut Hamsun
Ünlü Açlık (1890) romanın yazarı 1920 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Knut Hamsun da İstanbul’a yolu düşen yazarlar arasındaydı. Hamsun, 1899 yılında yaptığı İstanbul ziyaretine dair izlenimlerini 1905 yılında Stridende Liv isimli kitabının (Hilal’in Altında) bölümünde yazmıştır. Avrupa gazetelerindeki yaratılan canavar Doğulular imajından ötürü İstanbul’a büyük bir korku duyarak gelmiştir. Vapuru İstanbul’a hareket ettiği sıralarda Hamsun defterine yazdığı duygular şunlardı: Türk’ün bize ne yapacağını heyecan ile bekliyoruz. Merhamet eder mi acep? Türkler adam yemiyor artık. Lakin hepten de dişsiz olduklarını kim iddia edebilir?

Vapuru Boğaz’ın içinden geçerek İstanbul’a yaklaştığı sıralarda Hamsun önceki düşüncelerinden vazgeçerek İstanbul’un bir masal diyarı olduğunu düşünmeye başladı:
Gördüklerimiz düşündüklerimizden çok farklı. Yoksa biz Türkiye’de değil miyiz? Ben otuz senedir, beceriksiz sultanlar tarafından iflasın eşiğine getirilmiş bir memlekete dair yazılmış yazıları okumaktayım. Hâlbuki vapur, bir masal diyarına yol alıyor.
İstanbul’da kaldığı süre boyunca kahvehaneleri, kabristanları, dervişleri ve Kapalıçarşı’yı gezen Hamsun korku içinde geldiği şehirden huzur içinde ayrıldı. Ayrılırken defterine not aldığı cümleler şunlardı: Servilerin, çınarların ve çiçeklerin dünyası. Etrafta camiler, ölüm mabedleri, türbeler, mezar taşları ve her yerde huzur.
7. Agatha Christie
Polisiye edebiyatın önemli yazarlarından Agathe Christie de İstanbul’u seven yazarlardan biriydi. İstanbul’un gizemli ve karmaşık yapısı Christie’nin romanlarına ilham kaynağı olmuş. İstanbul’a geldiğinde yalnızca Beyoğlu’ndaki Pera Palace Otel’in 411 numaralı odasında konaklayan Agathe Christie Doğu Ekspresi’nde Cinayet romanını 1933’te bu odada yazdı. Agatha Christie için İstanbul, yaratıcılığını besleyen ve ilham veren bir şehir olmuş.

Bugün Beyoğlu Pera Palace’ta 411 numaralı oda Agatha Christie odası olarak adlandırılıyor ve odanın içinde yazarın farklı dillerden kitaplarıyla daktilosununun replikasıyla eşsiz bir hatıraya ev sahipliği yapıyor.