Ölüm, intihar; hiç şüphesiz romancıların, şairlerin en büyük kaynaklarından. İntiharı yalnızca bir esin kaynağı olarak görmeyen yedi yazarı sizler için derledik.
- Ernest Hemingway
Ülkemizde Çanlar Kimin İçin Çalıyor, Silahlara Veda, Yaşlı Adam ve Deniz gibi eserleriyle ünlü ABD’li yazar Hemingway, inanılmaz maceralı bir hayat sürdü.
Liseden sonra muhabirlik yaptı. Birinci Dünya Savaşı’nda İtalya Cephesi’nde ambulans şoförüydü. Bir havan topundan ağır yaralanmasına rağmen görevini bırakmadı:
Bir çocuk olarak savaşa gittiğinizde büyük bir ölümsüzlük yanılsaması yaşarsınız. Diğer insanlar öldürülür, siz değil… Sonra ilk kez ağır yaralandığınızda bu yanılsamayı kaybedersiniz ve bunun sizin de başınıza gelebileceğini bilirsiniz.
Üç kez evlendi. Boksa, doğaya ve avcılığa düşkündü. İki uçak kazası atlattı. Birçok ülke gezdi. Diyabet, cilt kanseri, zatürre ve daha birçok hastalığına rağmen yaşamaya devam etti.
Onun için omurga kırığı, hepatit ya da böbrek, dalak yırtılması sorun değildi, nitekim hepsinin de üstesinden geldi fakat yaşamı boyunca peşini bırakmayan paranoya, depresyon, alkolizm gibi sorunları yüzünden 62 yaşında, önceki başarısız denemelerinin aksine, av tüfeğini şakağına yasladı ve intihar etti.
ABD’li yazar William Faulkner hakkında şöyle diyor:
Hemingway kendini vurdu. Eve kestirmeden giden adamı sevmem ben.
2. Sadık Hidayet
Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar.
Alıntı, İranlı yazarın bugün dahi ülkesinde yasaklı olan Kör Baykuş romanından.
İyi bir ailede doğmasına, öğrenimini yurt dışında tamamlama imkanına sahip olmasına rağmen hiçbir daim istediğini bulamadı Sadık Hidayet. İlk intiharına 25 yaşında, Avrupa’ya gitmesinden üç sene sonra kalkıştı.
Avrupa’daki ilk yıllarında ilgi duyduğu diş hekimliği yerine mühendislik okumaya karar verdi ancak ülkesine döndükten sonra mühendislikten de vazgeçti. Kendini İran folklorunu araştırmaya adadı.
Çevresindekiler tarafından bilinen bir afyon tiryakiliği vardı. Monarşi ve ruhban sınıfını İran’ın mevcut hâle gelmesindeki sorumlular olarak görüyor, sisteme dair ağır eleştiriler yöneltmekten geri durmuyordu.
İntiharını yirmi beş yıllık arkadaşı Bozorg Alevi şöyle anlatıyor:
Paris’te günlerce, havagazlı bir apartman aradı, Championnet caddesinde buldu aradığını. 9 Nisan 1951 günü dairesine kapandı ve bütün delikleri tıkadıktan sonra gaz musluğunu açtı. Ertesi gün ziyaretine gelen bir dostu, onu mutfakta yerde yatar buldu. Tertemiz giyinmiş, güzelce tıraş olmuştu ve cebinde parası vardı. Yakılmış müsveddelerin kalıntıları, yanıbaşında yerde duruyordu.
3. Cesare Pavese
Bir memur çocuğu olarak dünyaya gelen Pavese, Torino Üniversitesi’nde edebiyat okudu. Edebiyat ve dil dersleri vermesinin yanısıra, arkadaşının kurduğu Einaudi Yayınevi’nde çalışmaya başladı.
48-49′daki mutluluğumun hesabı görüldü. Bu soylu mutluluğun gerisinde şu vardı: Güçsüzlüğüm ve hiçbir şeye bağlanmayışım. Şimdi, kendime göre, girdabın içine girdim; güçsüzlüğümü seyrediyor, onu iliklerimde hissediyorum, beni ezen siyasal sorumluluğu yüklenemiyorum. Bunun tek çözümü var: İntihar
1935’te antifaşist çalışmaları ve siyasi bir mahkumdan aldığı mektuplar nedeniyle Brancaleone Hapishanesi’nde bir yıl boyunca tutuklu kaldı.
İkinci Dünya Savaşı’nda orduya çağrılsa da astımı nedeniyle erken terhis alıp Torino’ya döndü. Fakat Almanlar sokakları işgal etmiş, Pavese’nin tüm arkadaşları partizan olarak savaşmak için Torino’dan ayrılmıştı.
Pavese silahlı mücadeleye katılmak yerine İtalya’nın Piyemonte bölgesine bağlı Serralunga di Crea çevresindeki tepelere kaçtı.
Savaş sonrasında siyasete atıldı, L’Unità gazetesinde çalışmaya başladı. Edebi kariyerinin doruğuna bu yıllarda ulaşsa da aktris Constance Dowling ile çalkantılı bir aşk hayatı vardı ve bu ilişki onu fazlasıyla yormuştu.
İntiharından önceki gün defterine şu notu düştü:
Artık sabahı da kaplıyor acı.
27 Ağustos günü, aldığı bir ödülün ardından Torino’da kaldığı otel odasına döndü. Bütün özel kâğıtlarını yok edip 21 uyku hapı içerek intihar etti.
4. Sergey Yesevin
Köylü bir ailenin çocuğu olan Yesevin, şiir yazmaya dokuz yaşında başladı. On yedi yaşına geldiğinde çalıştığı yayınevi tarafından Moskova’ya gönderildi.
1916-1917’de askere çağrıldı. 1917’de Zinaida Raikh ile ilk evliliğini, 1922’de ise 44 yaşındaki dansçı İsadora Duncan ile ikinci evliliğini yaptı. Bu evlilik de uzun sürmedi.
Yesenin’in alkol problemleri vardı. Gittiği lokantalarda, otellerde durmadan taşkınlık çıkarıyordu ve bu durum, Isadora ile çıktığı Avrupa-Amerika seyahatinde sıkça tekrarlandı. 1923 Mayıs’ta Duncan Moskova’ya döndü. Kitaplarını yayımladı.
Sorunları peşini bırakmadı. 1925’in son çeyreğinde yaşadığı psikolojik bir rahatsızlıktan akıl hastanesine yatırıldı. Bir ay hastanede kaldı. Noel için çıkarıldıktan birkaç gün sonra, 28 Aralık 1925’te, İngiltere Oteli’ndeki odasında kendini astı.
Önceki gün bileklerini kesip kendi kanıyla yazdığı Mayakovski’ye veda şiiri, cebinde bulundu.
Her yanda öyle bir tekdüzelik var ki; insanın gönlü bunalıyor.
5. Sylvia Plath
Boston’da doğan Plath, zor bir çocukluk geçirdi. Yedi yaşındayken babasını kaybetti, sekiz yaşındayken de ilk şiirini yazdı. Baba eksikliği-anne ilgisizliği sebebiyle yaşamı boyunca ileri derece manik-depresif bozuklukla boğuştu.
18 yaşında, bursla girdiği Smith College’da ilk intihar girişiminde bulundu ve bir süreliğine akıl hastanesine yatırıldı.
Üniversite dergisinde yayınladığı şiirler sayesinde yine kendisi gibi şair olan Ted Huges ile tanıştı, 1956’da evlendiler. Evlendikten sonra Boston’da yaşadılar. Plath hamile kalınca İngiltere’ye döndüler. Kısa süreli Londra maceralarının ardından North Tawton’a yerleştiler.
İki çocukları oldu. Özellikle ilk çocuktan sonra çalkantılı bir hâl alan evlilikleri, Ted Hughes’ın başka bir şairle Plath’ı aldatmasının ardından 1962’de son buldu.
Plath boşanma sonrasında annesine ve doktoruna yazdığı mektuplarda, Hughes’dan ağır fiziksel şiddet gördüğünü söyledi.
11 Şubat 1963’te, ikinci kattaki odalarında uyuyan çocuklarının yanına her gün yaptığı gibi süt ve kurabiye bıraktı. İçeriye gaz girmemesi için kapıların çevresini bantladı.
Mutfağa gitti, fırını açtı. Harlanmasını beklerken peş peşe uyku ilaçları içti ve kafasını fırına sokarak intihar etti.
Karanlığın sızdığını görüyor musunuz çatlaklarımdan? Tutamıyorum içimde hayatımı.
6. Metin Kaçan
Henüz altı aylıkken ailesiyle beraber İstanbul’a göçtü. Gençliği, Ağır Roman’da anlatacağı Kolera mahallesine de ilham olacak Kasımpaşa’da geçti.
Liseyi ikinci sınıfta bırakıp mizah dergilerine yazılar yazmaya başladı. Jak Laban ve Andante müstear isimleriyle kısa öyküler, yazılar yayınladı.
1990’da yayınlanan Ağır Roman, 1997’de sinemaya uyarlandı.
Şubat 1995’te, Alp Buğdaycı ile birlikte eski sevgilisi Güneş K. isimli kadına tecavüz ve işkence ettikleri iddiasıyla suçlanıp hüküm giydi.
Cezaevinde kaldığı süre boyunca defalarca şişlendi, kulağı kesildi.
6 Ocak 2013 günü, bindiği taksiyi aniden durdurdu ve Boğaziçi Köprüsünden atlayarak intihar etti. Cesedi, ölümünden on altı gün sonra Beylikdüzü sahilinde bulundu.
Uzun süre terk edilen ruhun, bir daha asla bedene dönmeyeceğini bilmiyordu.
7. Primo Levi
Torino’da dünyaya gelen Levi, yine Torino’da öğrenimini tamamladıktan sonra anti-faşist bir partizan gruba katıldı.
24 yaşındayken faşist rejime karşı direnişe geçmesi yüzünden arkadaşlarıyla beraber tutuklandı. Nazi Almanyası döneminde kurulmuş en büyük zorunlu çalışma ve imha kampı Auschwitz’e gönderildi.
Burada geçirdiği süre, Tanrı inancını kaybetmesine neden oldu.
Savaş sonrasında Torino’ya döndü. Toplama kampında yaşadıkları ve insanların olanlar karşısında duyarsız kaldığını görmesi onu yazmaya itti. Yazdıklarının yanısıra kimyager olarak çalışmaya devam etti.
11 Nisan 1987’de, 68 yaşındayken evinin merdiven boşluğuna kendini bırakarak intihar etti.
Tuhaftır ki, her şeye karşın mutluymuşuz gibi bir duygu var içimizde; bizi umutsuzluğun tam kenarında tutup yaşamaya zorlayan şey, işte bu duygu.