Dark Mode Light Mode

Sistemlerin edebiyata tahammülsüzlüğü

Yurdundan vazgeçmemişti ama ona güvenmiyordu da. 1941’de Zürih’te öldüğünde, geride bıraktığı ülke onu hâlâ aykırı bir ses olarak görüyordu.
Fotoğraf: Wikimedia

20. yüzyıl edebiyatı, yalnızca estetikle değil siyasi baskılarla, sürgünlerle, susturulmak istenen cümlelerle de şekillendi. Yazdıkları nedeniyle hain ilan edilen, yurdundan sürülenler oldu.

Boris Pasternak ve Nobel Baskısı

1958 Nobel Edebiyat Ödülü, Boris Pasternak’a henüz ülkesinde yayımlanması dahi yasak olan Doktor Jivago için verilmişti. Roman, ‘Ekim Devrimi’ sonrası Sovyet rejimini doğrudan hedef almasa da bireyselliği öne çıkaran yapısı ve tarihsel anlatımıyla ideolojik çerçevelere sığmıyordu. Pasternak, kitabını Sovyetler’de yayınlayamayacağını anlayınca el yazmasını İtalya’daki yayıncı Giangiacomo Feltrinelli’ye gönderdi. Roman Batı’da hızla yayıldı, geniş kitlelerce sevildi.

Fotoğraf: Wikimedia

Ancak Nobel Ödülü’nün Pasternak’a verilmesi, Sovyetlerce bir provokasyon olarak görüldü. Pasternak’a karalama kampanyaları başladı. Halk düşmanı ilan edildi, yazarlar birliğinden atıldı, basında küçük düşürüldü.

Yetmezmiş gibi, ödülü kabul ederse vatandaşlıktan çıkarılacağı söylendi. Bu tehdit karşısında Pasternak ödülü geri çevirmek zorunda kaldı. Son yıllarını ülkesi dışında geçirmek istemiyordu. Nobel Komitesi’ne gönderdiği telgrafta, bu kararının kişisel nedenlere dayandığını yazdı.

Moskova yakınlarında münzevi yaşamını sürdürdü. Ölümünden sonra Sovyetler, itibarını iade etti ama bu geç bir özürdü sadece.

Nazım Hikmet ve Yurttaşlıktan Hainliğe

Nazım Hikmet, şiiri halkın sesi, devrimin ritmi olarak gördü. Bu yüzden de ağır baskılara uğradı. Türkiye’de defalarca yargılandı, tutuklandı. 1938’de orduyu isyana teşvik suçlamasıyla 28 yıl ceza aldı. Hapishane yıllarında dahi yazmaktan vazgeçmedi, en üretken dönemlerinden birini içerideyken geçirdi.

Fotoğraf: Wikimedia

Fakat esas kırılma 1951’de yaşandı. Serbest kaldıktan sonra yurt dışına çıkmak zorunda kaldı. Resmiyette pasaport talebine karşılık verilmedi. Aynı yıl, Bakanlar Kurulu kararıyla Türk vatandaşlığından çıkarıldı. Artık ülkesine dönmesi olanaksızdı. Moskova’ya yerleşti, burada yaşadı, yazdı ve doğduğu topraklardan ölene dek mahrum kaldı. Vatandaşlıktan çıkarılması, yalnızca fiziksel değil, duygusal bir sürgündü. Türkiye ancak 2009’da, 58 yıl sonra bu yanlıştan döndü.

James Joyce ve Sessiz Sürgünü

James Joyce’un yaşadığı sürgün, diğerleri kadar dramatik ya da sert görünmeyebilir, ama o da ülkesinden uzaklaşmak zorunda kalanlardandı. Joyce, Katolik İrlanda’nın muhafazakâr yapısıyla ve Britanya işgali altındaki Dublin’in siyasi çalkantısıyla bir türlü barışamadı. Dublinliler, yayıncıların sansür korkusuyla defalarca geri çevrildi. Yazdıkları ahlaka aykırı ve millî hassasiyetlere ters bulundu. Reddedilişlere karşılık Joyce kararını verdi. Yurdundan ayrı yazacaktı.

Fotoğraf: Wikimedia

Paris, Zürih ve Trieste’de yaşadı. Bu şehirler onun gerçek evi değil, edebi atölyesiydi. Ulysses’i yazarken Dublin’den hiç ayrılmamışçasına detaylı bir kent portresi çizdi ama satır aralarında göçün, aidiyetsizliğin ve yabancılaşmanın izleri hep vardı.

Joyce, Britanya’yı da İrlanda’yı da edebi olarak eleştiriyordu. Yurdundan vazgeçmemişti ama ona güvenmiyordu da.

1941’de Zürih’te öldüğünde, geride bıraktığı ülke için o hâlâ aykırı bir sesti. Cenazesi, çok az kişinin katıldığı sade bir törenle defnedildi. Joyce bugün, İrlanda’nın kültürel mirasının en büyük taşıyıcılarından biri olarak anılıyor.

Add a comment Add a comment

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Previous Post

Llosa öldü

Next Post

Lewis Carroll pedofili miydi?